BİRTAKIM ŞAHSİ MESELELER VI: sevmek

‘Kendimi tanırsam eğer, başkasını da tanımaya hazır olurum’ diyorken ben, kendimin başka başka yönlerini başkası ile tanırken buldum kendimi. İçimde barındırdığım güzellikler kadar, yıllardır örtbas ettiğim eksiklerimle de selamlaşıyoruz son günlerde. Kendimle tanışmanın en güzel yanı da bu olsa gerek. Bir yandan içimde öldürdüğüm güzellikler bir başkasından cesaret bulup yeşeriyorken, diğer yandan eksiklerimle yüzleşiyorum. Onları tamam etmek, kendimden daha çok memnun olmak için çabalıyorum. Düştüğüm de oluyor çıktığım da. Aşağı yukarı yaparken aklı şaşıyor bazen grafiğimin. Neyse ki hayatın inişlerden ve çıkışlardan meydana geldiğini kabul edeli az zaman olmuyor.

Bende eksik olan ne varsa, onda mevcut sanki. Merak oluşuyor, tanımak anlam kazanıyor. Sadeliğin, gündeliğin, normalliğin ve saflığın çekiciliğini onda fark ediyorum. Ona içten kelimeler armağan etmek istiyorum. Benim için önemlidir, kelimeler. Çünkü onlar, bir araya geldiklerinde şarkı söyleyebilirler ya da sevgi dolu sıcacık gözyaşları olup onun yeşile çalan gözlerine yerleşebilirler.

Yalnızlığı kutsayan umutsuzluğumu, yol arkadaşım yapmışımdır. Duvarlar örmüş, beklentisizliği sevmişimdir. Kapımı tıklatmış, açmamışımdır. O, kapının açılma ihtimaline sarıldıkça kapı aralanıvermiştir. Sonra, gülücüklü günler süzülmüştür içeriye. Hikâye böyle gelişmiştir.

Hikâyenin kahramanını kendim sanmam ise en büyük yanılgımdır. Dimdik duran, sakin kalan, umutlu olan, inançlı olan hep o olmuştur. Şikayet etmeden, eksiklerimi de severek tamamlanma fırsatını vermiştir bana.

Sevmek için sevilmeyi şart koşmadığın için teşekkür ederim kıymetli insan.

Kendimi tanımak kadar güzel seni tanımak, kendimi sevmek kadar güzel seni sevmek.

dört haziran ikibinondokuz / bayram hediyesi

Genel içinde yayınlandı

BİRTAKIM ŞAHSİ MESELELER V

İnsanların en kırgın, en savunmasız, en bitkin anlarında yanlarında olmak öylesine değişik bir ruh haline sokuyor ki insanı. Olduğundan dirayetli, olduğundan daha çok Allah’a sığınan ve bunu öğütleyen biri oluyorsun saniyeler içinde. Çünkü karşındakinin senin sözlerine o an öyle ihtiyacı oluyor ki. Sen konuşunca bir şey değişmese de, derdi olan kişiye ne kadar dirayetli olduğunu hatırlatmış oluyorsun. Bunun bile kişi üzerinde iyileştirici etkisi olabiliyor.

Derdini paylaşmak iyi geliyor insana, sarılmak iyi geliyor, ağlamak da iyi geliyor. Dizlerinin bağı çözülüp de gözleri kanlanmışsa birinin kollarından tutup bir sandalyeye oturtması da iyi geliyor.

O anlar insanın hayatında iz bırakıyor. Acılar dertler bitince bile dayandığın omuz geliyor aklına ve ardından şükür duygusu. Ne kadar kıymetli insanlar biriktirmişim diyorsun.  Belki kendi derdini yüklense çökecek omuzlar, senin derdini öyle metanetle taşıyor ki hayret ediyorsun.

bayramgecesi/ağustos2018

ANLATMASI ZOR ŞEYLER

Sessizce üzülür, kendince sevinir

Büyük harflerle konuştuysa ansızın

Utanır, sıkılır, geri çekilir

İçinde kabaran denizi ne yapar eder gizler

Bazı geceler uyku tutmaz, hayallere dalar

Çocukluğuna gider,

Bisikletinin pedallarında bulur cesareti, tırmanmak için yokuşlardan

Çarpma ve bölme işlemlerini yapamaz yine,

İlk kitabını da üçüncü sınıfta okumuştur henüz

‘Çizmeli Kedi’

İnsanın kendini anlatmasını garipser

Mesela en sevdiği meyvenin yeşil erik olduğunu söylemek anlamsızdır

Ve uzun zamandır yorgun hissettiğini de kim neden bilsin

onüçmayısikibinonsekiz

 

BİRTAKIM ŞAHSİ MESELELER IV

Bilmediğim sokaklarında kaybolalı çok zaman oldu, bulamıyorum yönümü. Uzun zamandır bir şarkı da çalınmıyor üstelik kulağıma, duymuyorum. Göğe bakınca mavi görmüyorum. Başım dönüyor, dünya dönmüyor gibi. Her sokak birbirinin aynısı geliyor, ayrıntıları seçemiyorum.

Umut, nedir? Beklentinin diğer ismi olabilir mi? Öyleyse umut etmiyorum bir şeyleri. Böyle olduğuma da kimse inanmaz üstelik, ben gibi.

Bir kaldırım taşına çömelmiş, dizlerimi göğsüme çekmiş ve ellerimi de dizlerimin üzerinde kenetlemiş saatlerce duruyorum. Sonra, üzerime yağmur dökse de hararetim geçse diye geziniyorum gri bulutların hizasında, ellerim de ceplerimde. Birdenbire, eskiden kulaklığımda çalan şarkı oluyor her şey. Tutturduğum türküyü duymasını isteyeceğim kimsem de yok üstelik.

Hayatın hiçbir döneminde bu kadar kaybetmemiştim iç heyecanımı. İlla bir şiire, kitaba, şarkıya vurulur ya da uzatırdım yolumu seyretmek için denizi. Okuduğum hikâyedekilerin endişesini, üzüntüsünü ya da sevincini hissedebilirdim içimde. Ve insanlar hep karmaşık gelirdi, onları gözlemlemek ve çözümlemek de büyük zevklerimin arasındaydı. Gerçi insanlar hala karmaşık geliyor, en başta kendim olmak üzere.

En iyisi olmasa da bir şeyler yapmanın zevki varmış. Uzun zamandır yanaşmadığım yazmak gibi. ‘Hangi kelimeyi kullansam anlatamaz, hiçbir noktalama işareti vurgulayamaz’ diyerek adım adım uzaklaşmışım anlatmaktan.

İnsan olsun diye beklediği şeyler azaldıkça, tekdüze hissetmeye başlıyor. Usul usul bir kırgınlık büyütüyor içinde. Sonra bir gün geliyor, gizlilerini aşikar ediyor.

İşte tam da bu noktada bırakıyorum ketumluğu; dağınık cümlelerim telaşlı, hemen şuracıkta bir çırpıda anlatılmalı her şey. Bir şeyler geveledikten sonra kaçıyor hevesim.

Gerek görmüyorum devam etmeye, sahiplenilmemiş her şey gibi eksik hissedecek bu yazı da kendisini.

sekiznisanikibinonsekiz

 

 

BİRTAKIM ŞAHSİ MESELELER III

Yaş aldıkça kendine gider insan. En çok tanımak istediği kişi kendisi olur. Soruları olduğu kadar cevapları da içinde bulabileceğini fark eder. Umudunu, sevincini, beklentisini, düşüncesini, korkularını, sabit kalanları ve değişenleri ile kendisini kabul edebilir. Belki senelerce başkalarına gösterdiği merhameti kendisine yöneltememiş olmanın acısını çıkarmak ister. Müsamaha gösterir kendisine. Mükemmelliğin şahsına ait olması isteğinden vazgeçer. Vazgeçmenin zor olduğu şeylerden de yeri gelir vazgeçer ama bunu bir yenilgi olarak görmez. Bu vazgeçişin ne olduğu üzerine eskiden yazılmış bir şeyler düşer aklına:

‘Kestaneyi kabuğundan ayıramadım diyelim

Paramparça etmem onu

İlle de benim olacaksın demem

Bir soru işaretidir artık:

‘Neden?’

Vazgeçmek gibi de değil hem, hevesim kaçar, istemem

Bir yenilgi değildir benim olmayışı

Sadece bir çelişki kalır ardından’

Zamanla çelişki çıkmazına da bir çözüm bulur. ‘Neden’ diye sormaz mesela. Yaşar sadece, önünü ardını kurcalamaz. Asgari düzeyde kafa karışıklığı ile bakar yoluna. Bu hali garipsenir bazılarınca. Mesela umursamaz ya da düz bir insan olarak nitelendirilebilir. Hayattan zevk almıyor da denilebilir. Çünkü içindeki labirentin son noktasına yaklaşmıştır, kendine birkaç saat ya da her neyse ölçütü o kadar yakındır. Bu yaklaşma onu görünüşte dinginleştirmiştir ama kalp atışlarını tüm vücudunda duyan bir insan kadar heyecanlıdır aslında. Kendi yalınlığında boğulmak biraz ürperticidir, tutacağı tek el kendi elidir.

İnsan kendine yetemez mi? Bilmiyordur, deniyordur.

/ikibinonsekiz

 

 

 

 

 

BİRTAKIM ŞAHSİ MESELELER II

Bir gece, her geceden farklı olan bir gece, yatağından doğruluyor ve usulca başka odaya geçiyor, parmaklarını saçları arasında gezdirerek hararetli hararetli konuşuyor iç sesiyle. Zaman tanıyor kendisine var olmak için. Nasıl bir varoluş onunki, bilemiyor. ‘Geçmiş zaman, gelecek zaman ve geçmeye çalışan zaman’ diye geçiriyor içinden ardından ‘var oldum, buradayım ve gideceğim’ diye karşılık buluyor kendisine. Nihayetinde başlangıç ve bitiş arasında bir yerlerde olduğuna emin oluyor. Dün bunları düşünmezken, bu gün çıkmaz yolda buluyorsa da kendini bir şekilde var hissetmek gizliden bir ferahlık serpiyor yüreğine.

Başka bir gece, parmaklarını sönmüş ama hala sıcaklığını yitirmemiş bir soba üzerinde gezdirdiğini hayal ediyor ve ellerinden bedenine yayılacak ısıyı hesap ediyor. Odayı sıcacık yapan sobanın üzerinde su ısıtabilir hatta kestane pişirebilir. Sonra çıtır çıtır kestaneler ve çay eşliğinde bir de hoş sohbet eklenince hayata, tarifsiz bir mutluluk hisseder içinde.

Zahmetli iştir soba yakmak.

Aynı gece, parmaklarını kalbinin üzerinde gezdiriyor ve anatomik olarak yerini bildiği kalbini parmaklarının ucuyla dâhil ediyor hikâyeye. Cılız bir var oluş hissediyor, bir sobanın ardında bıraktığı sıcaklıktan az ama kaynayan çay suyunun fokurtusu kadar heyecanlı. Var oluşuna ikna edemiyor bir türlü kendisini. Biraz daha ısrarcı olsa büsbütün hallolacak mesele ama erteliyor işte başka bir tarihe.

Yeni müzikler dinlemeyi seviyor ama sözsüz olanlarını ya da bir şeyler okumayı herhangi bir sayfanın içinde hapsolmuş iki üç dize. Çünkü bir notanın, bir nefesin, bir dizenin, bir güzel sözün varlığı ile neşelenebiliyor kalbi. Parlak ve abartılı isteklerden uzak, doğanın ona sunduklarından bir kuş cıvıltısı ya da taptaze güneşli bir sabah yüzünü güldürebiliyor. Var olmak için savaştığı her noktada zafer kazanıyor o zaman, şükür duygusunu bir kum tanesi kadar hissedebildiği için. İnsanın, kendini anlamlandırabilmesi, fıtratın tahammül sınırlarını aşmamasıyla mümkün olabilirmiş gibi geliyor ona. Sonsuz soluklanamayacağı dünyaya ne zaman fazla kaptırsa o sınırı aştığından olsa gerek bir düğüm atılıyor kalbine. Sonra yaşayamayacak kadar eksildiğine inanıyor.

Her seferinde başladığı yerde buluyor, bir öncekinden daha fazla ama hiçbir zaman tam olmayan kendisini. Gözlerini kısarak şehrin ışıklarını seyretmeyi sevdiği gibi seviyor o zaman kendisine bakmayı. Göz bebeği daralan çemberin içerisindeyken güzelleşiyor çünkü şehrin ışıkları; sorular ve cevapsızlık onu sarıp sarmaladıkça, bir çemberde kıstırılmış hissederken en güzel ritmi yakalıyor kalbi. Yine bir azimle koyuluyor yola; eksilenleri, kırılıp dökülenleri, yenileri, eskileri, beklenenleri, gözden çıkarılanları yerli yerine oturtuyor.

Nereye kadar devam eder bu hal?

Net bir tarih veremez ama biliyor ki;

Günlerden bir gece yine uykusu kaçacak, düşünecek birçok şeyi ve bir yol arayacak kendisine. Hayat böyle böyle sürüp gidecek , eksildikçe uykuları kaçacak. Uykuları kaçtıkça parmakuçları mesai yapacak.

 beşeylülikibinonyedi

 

 

Düşüncesinde Boğulan İnsan

Bana mı kaldı yazmak desem de başlığı attım bir kere, geri dönemem. Girişten de anlaşılacağı üzere serbest ve günlük bir dille yazacağım. Uzun cümleler kurmaya, farklı anlatımlar yapmaya yeltenmeyeceğim. Hatta belki yazıyı yarım bırakacağım ama paylaşacağım.

Düşüncesinde yok olan insanlar yani bizler –sizler dahil değilsiniz eylem insanları- gerçekten fazla sorguluyoruz. Bir şeyi günlerce, haftalarca hatta aylarca düşünüp, mükemmeli göremediğimizde vazgeçiyoruz. Kabul etmek için abuk bir sorgulama sürecine giriyoruz. Geri getiremeyeceğimiz bir enerji ve zaman söz konusu iken buna nasıl cesaret ediyoruz anlamıyorum, düşünerek yaşlanıyoruz hatta delirdiğimiz de oluyor zaman zaman. Ama bunu eylem insanları anlayamaz, o nedenle anlamıyorsanız yazdıklarımı dertlerimiz ortak değil kardeşlerim.

Bir o konuya bir konuya değinesim var, uzun uzadıya düşünmeden, geri dönüp cümle silmeden yazasım var. Öyle mi böyle mi derken kaybettiğimiz zamanlara üzülüyorum dostlarım. Kendi adıma üzülüyorum ama hepinizin yitirdiğini topluca düşününce çıldırıyorum. Düşüncesiz eylem kalitesizdir tamam ama düşünmekten eyleme geçemeyen bizler ne kadar kalite katıyoruz hayata? Huzur? Dinginlik? Netlik? Sadelik? Yok, hiçbiri yok. Yalancı bir sessizlik var, bir de düşüncesine yapışmadan yapılan eylemler var. Mükemmel olanı bulacağımızı da nereden çıkardıysak? Zaten mükemmel olmamak üzere yaratılmış değil miyiz?

Anlamadıysanız ne anlatmak istediğimi düşünmek istememezliğime verin. Bütün abukluğuna rağmen ana fikri benimsediyseniz de düşüncesinde boğulmayı başarabilmiş insanlardan oluşunuza verirsiniz.

Bir nebze olsun döktüm içimi. Es veriyorum burada yazıya. İçim kabardıkça yazacağım.

onbirnisanikibinonyedi

 

kimse bilmez

‘Hani, böyle bir anda oluyor her şey sonra bir anda geçiyor gidiyor ya zaman anlamıyorsun. Ne olmuş, ne bitmiş, neredesin, nasılsın, ne yapıyorsun… bilmiyorsun. Gözlerini dikince yere duruyor zaman, sonrası gereksiz. Sadece düşünmediğin zaman yaşayabilirsin.’

Yazmış haftalar önce bir kenara. Sonra karşısına çıkmış işte, düşünmüş yine karşı koyamamış ki. Düşünmemek ayrı bir düşünmek gerektiriyormuş, fark etmiş. Her şeyi daha içinden çıkılmaz bir hale getirip bir köşeye bırakmış, sonra onu görmezden gelince günden güne bitecek, yok olacak sanmış. Ama yok olamayacak kadar varmış, göz ardı edemeyeceği kadar içerisindeymiş neyse düşünmek istemediği. Düşünmeyeceğim dedikçe düşündüğü gerçeğini bilse bile kendini kandırmak ahmaklığını başarmış. Düşündüğü saniyeler diğerlerinin yüz bin katı oluyormuş. Tek başına bir saniye nasıl koca bir güne savaş açabilir, görmüş. ‘Böyle oluyormuş demek.’ Yine görmezden gelmek üzere bırakmış saniyeleri ardında ve dönmüş çeyrek saat önceki uğraşısına.

üç nisan ikibinonyedi

BİRTAKIM ŞAHSİ MESELELER

Mecburiyet dediğim dayatmalar hiç bu kadar acıtmamıştı kalbimi. Hep bir mücadele gözüyle baktığım ne varsa yenik düştüm bu gün. Metro istasyonunda kalbimin tarifsiz daralmasıyla oturdum bir banka, başımda bir ağrı, gözlerimde bir yangın, arka fonda metro uğultusu ve ciğerlerime çektiğim rutubetli hava. O kadar aciz o kadar çaresiz hissettim ki. Özüm olan her şeyden bu denli uzak olmak, yerin altında kazılmış yollarda günü kapatmak, yapay ışıklar, asık suratlar bir araya gelip sıcacık süzüldü yanağımdan. Toplasan bir damla etti hepsi ama yaktı yüzümü.

Nasıl anlatsam, bazen en çok da toprağı özlüyor insan. Uyandığı sabahların ruhuna şifa olmasını diliyor. Daha yenisini daha abartılısını değil kendine ait olanı, özüne ruh katanı istiyor insan. Nerede olduğunu, kim olduğunu bilmek istiyor.

Alıp başını gidesi olduğu zamanlarda da sırf bu yüzden gitmek istiyor insan. Korkaklığından ya da beceriksizliğinden değil, kendine olan özleminden düşüyor yollara.

‘Buradasın’ diyor birisi.

‘Burada değilim’ desem kim anlar söylemek istediğimi.

Ellerimle, gözlerimle, kelimelerimle var iken nasıl ikna olacaklar yokluğuma. Ama yokum işte, anlatamadığım şekilde yokum. Bir yerim yok sahiplenebildiğim. Kimsenin yanında ya da birilerinin karşısında değilim. Kendi âleminde, diyorlar; öyle bir âlemim de yok benim. Bulamadım, arıyorum. Bilmiyorum neredeyim. Hep bir yolculuktayım. Gittikçe ağırlaşan bir kasvet var fizik hayatta. Ortak heyecanlar var, ortak zevkler ve ortak istekler. Kaç tanesini avuçladım kaç tanesi hayalimde bilmiyorum ama tadı yok hiçbirinin, bunu söyleyebilirim. Kendimi onlardan herhangi biriyle var edemedim, tecrübe ettiklerimden birinde rastlamadım kendime.

Bilmiyorum ki neredeyim. Henüz tanışamadım, ben kimim?

6 Mart 2017

ŞÖYLE Kİ;

Bu hayatta, yüreğe su serpen bazı kelimeler var.

Derin bir iç çekişin ardından yavaşça ve düşünceli bir ses tonuyla dile gelen ‘nasip’ gibi mesela. Kimsenin tek kelime etmesine dahi gerek kalmıyor o zaman.

‘Nasip’ teselli etmiyor, umutlandırmıyor, üzmüyor da; sadece devam et diyor, sen yürümene bak diyor. Bir şey vaad etmiyor gelecekten ama beklentilerinin karabasanı da olmuyor. Pişmanlık sunmuyor geçmişten, yüzüne vurmuyor.

Mesela;

‘imtihan’ demeseydik atlatamazdık,

‘hayırlısı’ demeseydik kabullenemezdik,

yasaklamasaydık ‘keşke’ ile başlayanları,

‘şükür’ diyemezdik.

teslimiyetçi olmasaydık, yürüyemezdik.

geçmişe zincirleseydik zamanı,

gelen her yeni dakika yitirirdi anlamını.

22 ocak 2017